İnsanoğlu
hayatın başlangıcından beri hep köşe kapmaca oynadı ölümle biri kaçarken diğeri
kovaladı. Sonuçta hep yenildi insanoğlu. Sadece biz insanlar değil diğer bütün
canlılar, hayvanlar, bitkiler hatta miyadını doldurmuş bizimki gibi diğer bütün
güneş sistemleri, yıldızlar, gezegenler de dahil. Kâinatta başlayan her hayat
kendi yok oluşuna doğru yavaş yavaş ilerler. Peki mademki bu sondan kaçışımız
yok, hepimiz ölümün soğuk nefesiyle bir gün tanışacağız, neden sonsuzluğu
arıyoruz? Neden bu konuda amansızca çaba sarf ediyoruz?
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de
bu arayış hala devam etmektedir. Bedenen bir sonsuzluğa erişmenin imkânsız
olduğunun herkes farkında ancak bizler sonsuzluğa ulaşmanın iki farklı yolunu
biliyoruz. Bunlardan biri dünyevi sonsuzluk, tabi ki bu ete kemiğe bürünmüş bir
halde değil, bir insanın yaşadığı süre boyunca insanlık için bıraktığı bir
yapı, bir eser, bir ülke, insanlığa mal olmuş bir buluş veya yarattığı bir
tahribat o kişinin adının yaşadığı çağdan çok ilerisine kazınıp sonsuza kadar
yaşamasına ve onu yakinen tanımamıza neden olur. Örnek vermek gerekirse
Leonardo Da Vinci’yi veya Einstein’ı düşünün bilim ve sanat dünyasında
bıraktıkları izle dünya çapında bir etki yaratıp adlarını ölümsüzleştirdiler.
Bir Fatih Sultan Mehmet’i düşünün bir devri kapatıp yenisini başlatarak adını
tarihe yazdırdı. Mustafa Kemal ATATÜRK’ü düşünün bir milletin içindeki özgürlük
ateşini körükleyip küllerinden yeniden doğmasını sağlayıp gencecik bir devlet
hediye etmiş üstüne bu devletin ebediyetine dair umudunu o milletin okuyan,
araştıran, bilimle uğraşan gençlerinde görüp onlara emanet etmiştir. Bu
isimlerin ve bunlar gibi daha pek çok ismin yaşadıkları dönemde yaptıklarıyla
asırlar sonra dahi isimlerini yaşamlarını en ince ayrıntısına kadar biliyoruz.
Hatta yarattıkları tahribata rağmen Hitler’in, Musolini, Stalin’in bile
hakkında hemen hemen her şeyi biliyoruz.
İnsanoğlunun sonsuzluğa
ulaşmasındaki ikinci yol ruhani sonsuzluktur. Yani ölümden sonra olan yaşama
inançtır. Üç semavi dinde ve batıni dinlerde İnsanlık ölümden sonra yeni bir
yaşamın başlayacağına inanmaktadır. Semavi dinlerdeki cennet cehennem inancı,
Budizm, Hinduizm gibi inançlardaki reenkarnasyon yani felsefi olarak ruh
göçünün gerçekleşmesi, tabi ki tekrar insan olarak gelmeyebilirsiniz bazen
ruhunuz bir hayvan bedenine geçebilir. Artık şansınızda ne varsa.
Günümüzde insanlarının ölümsüzlük
için yol arayışları belki de en uç noktaya ulaştı. İleride tekrar diriltilmek
üzere dondurulan bedenler, İnsan zihninin bir bilgisayara ya da bir androide
aktarılıp ölümsüzleştirilmesi gibi. Hatta bu son söylediğim için bir tarih bile
var 2029 yılında bu olayın gerçekleşebileceği ön görülüyor. Bu tezi otaya atan
kişi Ray Kurzweil. Kurzweil’in bu kadar yakın bir süre içinde insan zihninin,
onun kişiliğinin, anılarının ve yeteneklerinin bir bilgisayara aktarılarak o
kişinin bir android içerisinde vücut bulacağını söylüyor. Et ve kemik olmadan
benliğimizin bir makine içerisinde yaşamaya devam etmesi sizce de dehşet verici
değil mi?
Ben sizlere teknolojinin bize
sunduğu bundan daha masum bir ölümsüzlük sırrı vereyim mi? Temeli Çin’de atılan
Arap yarımadasında İbnü’l Heysem’le şekil bulan ve Avrupa’da gelişip günümüze
kadar gelen hatta cebimizde taşıyabileceğimiz boyuta gelen cep telefonları ile
dahi elde ettiğimiz bir kare fotoğraf bize sonsuzluğun kapılarını açabilir. Geçmişteki
bir anımızı geriye getiremeyeceğimiz aşikâr ancak yaşadığımız şu anı veya
geçmişteki bir anımızı bir fotoğraf karesi ile sonsuzluğa ulaştırabiliriz.
Örneğin size bir tarih vereyim 3 Mayıs 1993 sizin için bir şey ifade ediyor mu? Eğer sizde çok derin bir iz bırakan bir tarih
değilse muhtemelen hiçbir şey hatırlamazsınız. Ancak size o tarihle ilgili
içerisinde sizin bulunduğunuz bir fotoğraf göstersek veya o döneme ait sizin
yaşadığınız bölgeden bir sokak fotoğrafı görseniz beyniniz bir teyp gibi zamanı
geriye sararak o tarihe ilişkin zihninizdeki hatıraları canlandıracak ve o
anlara sizi geri döndürecektir.
Hatta bu görsel uyarıcıların
anıları harekete geçirmesiyle ilgili Türk Psikoloji dergisinde Aralık 2008’de
yayınlanan bir makalede yer alan araştırmada şu şekilde bir çalışma yapılmış,
deneklere hem görsel hem de işitsel uyarıcılar verilerek iki ayrı deney
uygulanmış. Görsel uyarıcılarda iki guruba ayrılmış bir grup fotoğrafta savaş
ve şiddet içeriği bulunmakta ve fotoğraflar deneklere siyah arka plan üzerinde 6’şar
saniye boyunca 3’er saniye siyah geçişli olarak yine olumlu içerikteki
fotoğraflarda beyaz arka plan üzerine 6’şar saniye boyunca ekranda kalacak
şekilde ve 3’er saniye beyaz geçişli
olarak seyrettirilmiş ve onlardaki duygu değişimleri gözlemlenmiş daha
sonrasında onlardan geçmişe baktıklarında hatırladıkları bir anıyı, o anının
yaşandığı tarihi ve yeri tam olarak
hatırlayarak yazmaları istenmiş. O deneklere gösterilen fotoğraflar kendilerine
ait değildi ama geçmişlerine dair anılarını tetikledi. Şimdi 3 Mayıs 1993
tarihine geri dönelim. Düşünün bir mahalle maçı sonrası sokakta
arkadaşlarınızla beraber bir fotoğraf çekilmişsiniz, belki de simasını bile
unuttuğunuz bir kişinin o fotoğraf karesinde gördükten sonra, konuşmasının,
gülüşünün, oturup kalkmasının, yürüyüşünün zihninizde canlandığını fark
edeceksiniz bir daha fiziksel olarak yaşayamayacağınız bir anı tekrar
yaşıyormuşçasına.
Hayat bütün canlı türleri için bir
döngüdür ve bu döngü içerisinde ölüm kaçınılmaz bir sondur. Gelip geçen bir
yolcu olduğumuz bu hayatta geride bıraktığımız bir fotoğraf karesi onu izleyen herkesin
yüreğinde bıraktığımız anıları tazeleyen kapının anahtarı olacaktır. Sadece bir
portre fotoğrafı değil değişen çevre koşullarına direnemeyen bir sokağın
fotoğrafı bile yitip giden zamana inat sizin içine sığdırdığınız bir kare
içindeki gibi kalır ve siz ona her baktığınızda o fotoğraf sizin
hayallerinizdeki gibi canlanır. Her fotoğraf karesi geçmişimize açılan bir
kapının anahtarıdır ve o anılar o kapıların ardında mühürleyip sakladığımız
ölümsüzlük sırrımızdır.
Bu arada 3 Mayıs 1993’te ne
olmuştu…
KAYNAKÇA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder