9 Haziran 2020 Salı

BİR FOTOĞRAF KARESİNDE ÖLÜMSÜZLÜĞÜN SIRRI


      İnsanoğlu hayatın başlangıcından beri hep köşe kapmaca oynadı ölümle biri kaçarken diğeri kovaladı. Sonuçta hep yenildi insanoğlu. Sadece biz insanlar değil diğer bütün canlılar, hayvanlar, bitkiler hatta miyadını doldurmuş bizimki gibi diğer bütün güneş sistemleri, yıldızlar, gezegenler de dahil. Kâinatta başlayan her hayat kendi yok oluşuna doğru yavaş yavaş ilerler. Peki mademki bu sondan kaçışımız yok, hepimiz ölümün soğuk nefesiyle bir gün tanışacağız, neden sonsuzluğu arıyoruz? Neden bu konuda amansızca çaba sarf ediyoruz?

              Geçmişte olduğu gibi günümüzde de bu arayış hala devam etmektedir. Bedenen bir sonsuzluğa erişmenin imkânsız olduğunun herkes farkında ancak bizler sonsuzluğa ulaşmanın iki farklı yolunu biliyoruz. Bunlardan biri dünyevi sonsuzluk, tabi ki bu ete kemiğe bürünmüş bir halde değil, bir insanın yaşadığı süre boyunca insanlık için bıraktığı bir yapı, bir eser, bir ülke, insanlığa mal olmuş bir buluş veya yarattığı bir tahribat o kişinin adının yaşadığı çağdan çok ilerisine kazınıp sonsuza kadar yaşamasına ve onu yakinen tanımamıza neden olur. Örnek vermek gerekirse Leonardo Da Vinci’yi veya Einstein’ı düşünün bilim ve sanat dünyasında bıraktıkları izle dünya çapında bir etki yaratıp adlarını ölümsüzleştirdiler. Bir Fatih Sultan Mehmet’i düşünün bir devri kapatıp yenisini başlatarak adını tarihe yazdırdı. Mustafa Kemal ATATÜRK’ü düşünün bir milletin içindeki özgürlük ateşini körükleyip küllerinden yeniden doğmasını sağlayıp gencecik bir devlet hediye etmiş üstüne bu devletin ebediyetine dair umudunu o milletin okuyan, araştıran, bilimle uğraşan gençlerinde görüp onlara emanet etmiştir. Bu isimlerin ve bunlar gibi daha pek çok ismin yaşadıkları dönemde yaptıklarıyla asırlar sonra dahi isimlerini yaşamlarını en ince ayrıntısına kadar biliyoruz. Hatta yarattıkları tahribata rağmen Hitler’in, Musolini, Stalin’in bile hakkında hemen hemen her şeyi biliyoruz.
              İnsanoğlunun sonsuzluğa ulaşmasındaki ikinci yol ruhani sonsuzluktur. Yani ölümden sonra olan yaşama inançtır. Üç semavi dinde ve batıni dinlerde İnsanlık ölümden sonra yeni bir yaşamın başlayacağına inanmaktadır. Semavi dinlerdeki cennet cehennem inancı, Budizm, Hinduizm gibi inançlardaki reenkarnasyon yani felsefi olarak ruh göçünün gerçekleşmesi, tabi ki tekrar insan olarak gelmeyebilirsiniz bazen ruhunuz bir hayvan bedenine geçebilir. Artık şansınızda ne varsa.
              Günümüzde insanlarının ölümsüzlük için yol arayışları belki de en uç noktaya ulaştı. İleride tekrar diriltilmek üzere dondurulan bedenler, İnsan zihninin bir bilgisayara ya da bir androide aktarılıp ölümsüzleştirilmesi gibi. Hatta bu son söylediğim için bir tarih bile var 2029 yılında bu olayın gerçekleşebileceği ön görülüyor. Bu tezi otaya atan kişi Ray Kurzweil. Kurzweil’in bu kadar yakın bir süre içinde insan zihninin, onun kişiliğinin, anılarının ve yeteneklerinin bir bilgisayara aktarılarak o kişinin bir android içerisinde vücut bulacağını söylüyor. Et ve kemik olmadan benliğimizin bir makine içerisinde yaşamaya devam etmesi sizce de dehşet verici değil mi?
              Ben sizlere teknolojinin bize sunduğu bundan daha masum bir ölümsüzlük sırrı vereyim mi? Temeli Çin’de atılan Arap yarımadasında İbnü’l Heysem’le şekil bulan ve Avrupa’da gelişip günümüze kadar gelen hatta cebimizde taşıyabileceğimiz boyuta gelen cep telefonları ile dahi elde ettiğimiz bir kare fotoğraf bize sonsuzluğun kapılarını açabilir. Geçmişteki bir anımızı geriye getiremeyeceğimiz aşikâr ancak yaşadığımız şu anı veya geçmişteki bir anımızı bir fotoğraf karesi ile sonsuzluğa ulaştırabiliriz. Örneğin size bir tarih vereyim 3 Mayıs 1993 sizin için bir şey ifade ediyor mu?  Eğer sizde çok derin bir iz bırakan bir tarih değilse muhtemelen hiçbir şey hatırlamazsınız. Ancak size o tarihle ilgili içerisinde sizin bulunduğunuz bir fotoğraf göstersek veya o döneme ait sizin yaşadığınız bölgeden bir sokak fotoğrafı görseniz beyniniz bir teyp gibi zamanı geriye sararak o tarihe ilişkin zihninizdeki hatıraları canlandıracak ve o anlara sizi geri döndürecektir.
              Hatta bu görsel uyarıcıların anıları harekete geçirmesiyle ilgili Türk Psikoloji dergisinde Aralık 2008’de yayınlanan bir makalede yer alan araştırmada şu şekilde bir çalışma yapılmış, deneklere hem görsel hem de işitsel uyarıcılar verilerek iki ayrı deney uygulanmış. Görsel uyarıcılarda iki guruba ayrılmış bir grup fotoğrafta savaş ve şiddet içeriği bulunmakta ve fotoğraflar deneklere siyah arka plan üzerinde 6’şar saniye boyunca 3’er saniye siyah geçişli olarak yine olumlu içerikteki fotoğraflarda beyaz arka plan üzerine 6’şar saniye boyunca ekranda kalacak şekilde  ve 3’er saniye beyaz geçişli olarak seyrettirilmiş ve onlardaki duygu değişimleri gözlemlenmiş daha sonrasında onlardan geçmişe baktıklarında hatırladıkları bir anıyı, o anının yaşandığı tarihi  ve yeri tam olarak hatırlayarak yazmaları istenmiş. O deneklere gösterilen fotoğraflar kendilerine ait değildi ama geçmişlerine dair anılarını tetikledi. Şimdi 3 Mayıs 1993 tarihine geri dönelim. Düşünün bir mahalle maçı sonrası sokakta arkadaşlarınızla beraber bir fotoğraf çekilmişsiniz, belki de simasını bile unuttuğunuz bir kişinin o fotoğraf karesinde gördükten sonra, konuşmasının, gülüşünün, oturup kalkmasının, yürüyüşünün zihninizde canlandığını fark edeceksiniz bir daha fiziksel olarak yaşayamayacağınız bir anı tekrar yaşıyormuşçasına.
              Hayat bütün canlı türleri için bir döngüdür ve bu döngü içerisinde ölüm kaçınılmaz bir sondur. Gelip geçen bir yolcu olduğumuz bu hayatta geride bıraktığımız bir fotoğraf karesi onu izleyen herkesin yüreğinde bıraktığımız anıları tazeleyen kapının anahtarı olacaktır. Sadece bir portre fotoğrafı değil değişen çevre koşullarına direnemeyen bir sokağın fotoğrafı bile yitip giden zamana inat sizin içine sığdırdığınız bir kare içindeki gibi kalır ve siz ona her baktığınızda o fotoğraf sizin hayallerinizdeki gibi canlanır. Her fotoğraf karesi geçmişimize açılan bir kapının anahtarıdır ve o anılar o kapıların ardında mühürleyip sakladığımız ölümsüzlük sırrımızdır.

              Bu arada 3 Mayıs 1993’te ne olmuştu…



KAYNAKÇA


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder